Tanfer Sağlık Grubu, Tanfer Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği, Tanfer Health and Aesthetic Klinik ve Tanfer Hastanesi ile Türkiye’de sağlık turizminin en önemli paydaşlarından biri. İstanbul Ticaret Odası’nın Sağlık İhracatı yapan 500 firması içerisinde sağlıkta ilk 10 firma içerisinde yer alan Tanfer Sağlık Grubu yeni yatırımlarıyla, Bodrum’da 14 villadan oluşan ve Türkiye’de benzeri olmayan Sağlık Merkezi ve Tanfer Hastanesi’ni taşıyacağı yaklaşık 150 yataklı yeni hastane projesiyle büyüyor.
İlklerin uygulayıcısı, Türkiye’yi implant’la tanıştıran ilk hekim olan, ardından Box Teknik uygulamasını getirerek pek çok kişinin hayatını değiştiren Tanfer Sağlık Gurubu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Nihat Tanfer, hiçbir zaman marketler gibi bir hastane zinciri planlamadığını ve babasından gelen sağlık anlayışını en doğru ve butik şekilde yapmak taraftarı olduğunu söylüyor. Tanfer Sağlık Grubunun yatırımlarıyla ilgili “Benim hep şöyle bir hayat felsefem oldu; Türkiye’de ne yok, hep ona yöneldim. Şimdi de Bodrum’da 14 villadan oluşan, Türkiye’de olmayan, sağlık turizmine yönelik bir sağlık merkezi kuruyoruz.” diyen Dr. Nihat Tanfer, 2025 yılında ise hastanelerini büyüterek yeni yerlerinde hizmete açmayı planladıklarını söylüyor.
Tüm bu yatırımların asıl amacının Türkiye’nin geleceğinde büyük rol oynaması beklenen sağlık turizmine daha büyük katkılar sağlayarak ülkeye en iyi şekilde hizmette bulunmak olduğunu söyleyen Tanfer Sağlık Gurubu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Nihat Tanfer ile Tanfer Sağlık Grubunun bugünlere uzanan örnek hikayesini, gerçekleştirdiği ilkleri, başarısının sırrını ve yeni yatırımlarını gerçekleştirdikleri keyifli söyleşide konuştuk.
Nihat Bey, Tanfer Sağlık Grubunun bugünlere uzanan çok özel bir hikâyesi var. Bu hikâye nerede başlıyor sizden öğrenebilir miyiz?
Tanfer’in sağlık hikâyesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Operatör Dr. Nedret Tanfer ile başlıyor. Nedret Tanfer 1945 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oluyor. Ardından Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde Kulak Burun Boğaz ihtisası yapıyor. İstanbul Cihangir’de 1957 yılında kurduğu Cihangir Dispanseri ile sağlık sektörüne giriyor. Burada farklı branşların doktorlarını bir araya getirerek sağlık hizmeti verebilmeyi amaçlıyor. Onun direktifiyle kulak burun boğaz dışında göz, çocuk, dâhiliye oluyor ve diğer hekimleri bir araya getirerek böyle bir oluşum içerisine giriyor. O zamanlar dispanser fikri daha Türkiye’de hiç yok. Daha da büyüyerek bu dispanser devam ediyor.
Siz ne zaman babanızla çalışmaya başladınız?
1974’de ben de Marmara Üniversitesi’nden Diş Hekimi olarak mezun oluyorum. Çapa Diş Hekimliği Fakültesi Cerrahi Bölümüne asistan olarak giriyorum. O dönemde ben de babamların dispanserinin bir bölümünde diş kliniği kuruyorum.
Babanız nasıl bir hekimdi?
Babam vefat ettiği güne kadar ortalama günde 25 ile 50 arasında hasta baktı. 50 hasta bakar bu kişilerin kırkından para almazdı, ilaçlarını verirdi. Babam 1998’de vefat etti hala hastaları yolda görüp beni çeviriyorlar. Geçen gün uçağa binerken bir hastası uçuş kartının üzerinden soyadımı görmüş “Siz Nedret Bey’in nesi oluyorsunuz?” diye sordu. Ben oğluyum dediğim zaman hanımefendi, “Ben Amerika’dan babanıza tedavi olmak için geliyordum” dedi. Babam bize böyle güzel anılar bıraktı ve ülkeye o günkü şartlarda böyle güzel bir şekilde hizmet etti. Gerçekten kulak burun boğazda çok ciddi bir otorite olarak yıllarca mesleğini yapmaya devam etti. Yıllar sonra biz de hastanemizde çok ileri derecede kulak burun boğaz kliniği kurduk ve gayet güzel bir şekilde devam ediyor.
Babanızla olan bir anınızı anlatır mısınız?
Hastaneyi almamızın enteresan bir hikâyesi var. Bir gün babamla arabayla Kadıoğlu Hastanesi’nin önünden geçerken, baba bir gün biz de böyle bir hastane açalım dedim ama tabi buna ömrü vefa etmedi. Derler ya evrene dileğini gönder sana gelsin; işte tam öyle oldu. Bir gün Kadıoğlu beni aradı ve “Tanfer gel bizi kurtar” dedi. Biz de hastaneyi alarak kurtardık.
Sizin Diş Hekimliğini seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Ben kulak burun boğazı düşünüyordum ama o zaman ki yaşam koşullarımın getirdiği şartlar o kadar uzun bir ihtisas sürecini yaşamama müsaade etmedi ne yazık ki. Diş o yüzden benim altı senede bitirip mesleki hayatıma başlayıp bir an önce hayata atılma amacıma uygun oldu.
Sizin bir akademik kariyer süreciniz var. Serbest hayata geçişiniz nasıl oldu?
Akademik kariyere Çapa Diş Hekimliği Fakültesi Cerrahi Kürsüsünde 1975 yılında başladım. İhtisasımı tamamladım doçentlik tezimi hazırladım. Tam imtihana hazırlandığım günlerde YÖK kanunu dedi ki Türkiye’de kendi üniversitenizde doçent olamayacaksınız. Farklı bir üniversiteye gideceksiniz kadronuzla beraber ya Diyarbakır’a ya da Erzurum’a. O dönemde çocuklarımın çok küçük olması ve orada bir hayat düzeni kurma imkânımın olmaması sebebiyle istemesem de ne yazık ki üniversitedeki akademik kariyerime orada son verdim. Şayet her şey yolunda devam edebilseydi 34-35 yaşında Türkiye’deki en genç profesörlerden biri olacaktım.
Sonra neler oldu?
1985 yılında yolumuz İtalya Milano’da dünyada ilk implantolojiyi başlatan Prof. Tramonte ile kesişti ve kendisiyle çalışma imkânı buldum. Böylece Türkiye’de 1985 yılında implantolojiyi ilk olarak başlatma şansına sahip oldum. O zaman ki hocalarımızın bile “Türkiye’de implant olmaz; yapılsa da çeneden düşer” diye bir iddiaları vardı. 1990 yılında ancak Çapa’da kürsüsü kurulabildi. Ben ise bu sürede Prof. Tramonte ile beş yıldır implant yapıyordum. Türkiye’de en zor şey ilkleri yapmaktır. Bunu Türkiye’de bir tek kişi başarmış o da Mustafa Kemal Atatürk. Ben öyle olmadığıma göre implantın yapılabileceğini anlatana kadar tabii ki çok sıkıntı çektim. Ardından 90’lı yıllarda Türkiye’de kurulan ilk özel hastane olan International Hospital’ın kuruluş aşamasında diş bölümünün başkanlığını aldım. Beş sene sonra bıraktığımda çok ciddi hasta potansiyeli olan bir bölüm haline gelmişti. Orada hastaneciliğin nasıl bir şey olduğunu ve daha özel hastaneler yeni başlarken nasıl olması gerektiğini, doğruların nasıl yapılması gerektiğini araştırma fırsatım oldu. International Hospital’da çalıştığım dönemde Türkiye’ye, dünyada yeni başlayan dijital tridi uygulamaları ilk olarak hastaneye ve özel kliniğime getirme fırsatım oldu. Bugün Türkiye’de gelişmiş versiyonları bizim kliniğimiz de dâhil olmak üzere kullanılıyor. Tridi yazıcılar hem hekimliği kolaylaştırdı hem de daha hassas ve güzel sonuçlar elde edilmesini sağladı.
“2012 yılında Box Teknik uygulamasını Türkiye’ye bir ilk olarak getirdik”
Box Teknik uygulamasını da Türkiye’ye ilk getiren hekimlerden biriyim. Bunu nasıl başardınız?
2000’li yılların sonlarına doğru Tanfer Klinik bir muayenehane pozisyonundan polikliniğe evirildi. Bu dönemde başka doktor arkadaşlarımız da aramıza katıldı. 2012 yılında yine İtalya’da birlikte çalıştığımız Dr. Andrea Menoni ile beraber Box Teknik uygulamalarının başarılı olabileceğine inandık. Türkiye’de Box Teknik dediğimiz yani PLA’ların polikistik asitlerin kemik augmentasyonunda büyütülmesinde üç boyutlu kemik yapılmalarında insanlar üzerinde uygulamak üzere ülkeye bir ilk olarak getirme imkânı bulduk. Hekimler için zor ve meşakkatli bir uygulama. Yurt dışından gelen hastalarımız bu uygulamadan yararlanarak sabit protez yaptırma şansına sahip olarak ülkelerine dönüyorlar. Bu uygulama sonucunda da giden hastaların başka hastaları yönlendirmesiyle artan yoğun taleple 12 yıldır Box Teknik uygulamasını başarıyla sürdürmekteyiz.
İstanbul Ticaret Odası’nın Sağlık İhracatı yapan 500 firması içerisinde sağlıkta ilk 10 firma içerisine girdik. Bu da bizi bir hastane almaya yöneltti.
Bu, sağlık turizmindeki başarınızın bir göstergesi. Sağlık turizmine ne zaman başladığınızdan biraz bahseder misiniz?
Sağlık turizmini biz 2010 yılında, henüz pek fark edilmediği dönemde yurt dışına açılarak Almanya’da bir düzenek kurarak, oraya sürekli gidip gelerek ve orada bu konuyu detaylı anlatarak başlattık. Bu sayede İstanbul Ticaret Odası’nın Sağlık İhracatı yapan 500 firması içerisinde sağlıkta ilk 10 firma içerisine girdik. Büyük hastanelerle beraber ilk 10’a giren diş kliniği biziz. Bunun sonucu olarak da ülkemize ciddi anlamda döviz kazandırdık. Bu bize artı olarak ne getirdi? Diş hekimliğinde bu potansiyeli yakalayarak bunun aynı zamanda diğer branşlarda da etkili olacağına inandık ve bu da bizi bir hastane almaya yöneltti.
Hastanemizi 100-150 yataklı bir hastane şekline çevirmek için Şişli hudutları içerisinde bir yer arayışındayız.
Tanfer Hastanesi’ni devreye soktuğunuz günden bugüne ne gibi gelişmeler yaşandı? Hastanenizi büyütmeyi düşünüyor musunuz?
2019 yılında Avrupa Yakası’nın en işlek yerlerinden biri olan Mecidiyeköy’de bir hastane aldık ve Tanfer Hastanesi olarak beşinci senemizi tamamladık. Bugün bünyesinde 10-12 ameliyat yapılan, gerçekten sağlık turizmine katkıda bulunan, ülkeye döviz sağlayan, plastik cerrahisiyle, kulak burun boğazıyla, genel cerrahisiyle, dâhiliyesiyle etkin ve butik bir hastaneyi devreye sokmuş bulunuyoruz. Oturmuş yerleşmiş bir ekibimiz var. Aynı ekip 18-19 senedir de Diş Kliniği bünyemizde, Doktor Cemile Erdemir ile beraber yürüyor. Hastanemizin beş yıl içerisindeki gelişiminden son derece memnunuz. Hastanemiz 25 yataklı butik bir hastane ve hastanemizi büyütme kararı aldık. 100 veya 150 yataklı bir hastane şekline çevirelim istiyoruz. Bu sebeple şu an Şişli hudutları içerisinde bir yer arayışındayız. Hastanemizi daha gelişmiş ve modern bir Türkiye’deki sağlık turizmine sağlık hizmetlerini en iyi şekilde sunacak formata sokmaya çalışıyoruz.
Aradığınız yeri bulduğunuzda nasıl bir hastane konsepti olmasını planlıyorsunuz? Biraz detay verebilir misiniz?
Hastanemizde nelerin eksik olduğunu biliyoruz. Bir kere alan olarak en azından 8-10 bin metrekarelik kapalı alanı olabilecek bir yer arıyoruz. Bizim hastanemizde Kardiyovasküler Cerrahi yapamıyoruz, yoğun bakımımız istediğimiz gibi değil. Bunlar bizim butik hastanemizde ne yazık ki yer olmadığı için yok. Bu eksiklikleri görerek, iyi bir Kardiyovasküler Cerrahi, iyi bir IVF (Tüp Bebek Aşılama) formatı bizim alanımızda yok. Bunları da kapsayan daha da genişleyebilecek bir hastaneyi hedefliyoruz. Ama hiçbir zaman marketler gibi bir hastane zinciri planlamadım. Hastaneciliğin böyle olmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü öyle olduğu zaman kalite düşüyor maalesef. Ben ailemden babamdan gelen sağlık anlayışını düzgün, doğru, butik şekilde ve sağlıklı yapmak taraftarıyım. Sağlık hizmeti kar amacı güdülerek yapılacak bir hizmet değildir. Sağlıkta ticaretin olmasına karşıyım. İnsanlar kesinlikle istismar edilmemelidir.
Yatırımlarınızla ilgili heyecan verici gelişmelerden bahsediyorsunuz. Bir süredir Bodrum’da da bir rehabilitasyon merkezi hazırlığı içerisinde olduğunuzu biliyoruz. Bu projeniz ne aşamada, öğrenebilir miyiz? Ne zaman hizmete açmayı planlıyorsunuz?
Yaklaşık sekiz sene evvel Bodrum’da sağlık turizmine yönelik bir yer almıştık. Şimdi onu devreye soktuk. İnşaatlarına başladık ve şu anda 14 villadan oluşan bir sağlık merkezini orada kuruyoruz. Haziran ayı itibariyle kaba inşaatımız bitecek, yılsonu da tamamlanmış olacak. Önce merkezimiz tam faaliyete geçecek hale gelsin, ondan sonra belki belirli bölümlerini rezidans şeklinde, belirli bölümlerini de yurt dışından gelecek yabancıların sınırsız konfora sahip olacakları şekilde hizmete sunmayı planlıyoruz. Bu da 2024’te tamamlandığında, 2025’te yeni hastanemize bakacağız, inşallah. Benim hep şöyle bir hayat felsefem oldu; Türkiye’de ne yok, hep ona yöneldim. Şimdi de Bodrum’da 14 villadan oluşan, Türkiye’de olmayan, sağlık turizmine yönelik bir sağlık merkezi kuruyoruz.
Sağlık Merkezinizde nasıl bir hizmet sunacaksınız?
Bu sağlık merkezi ağırlıklı olarak rehabilitasyon ve farklı bir sağlık konseptinde yurt dışına hizmet sunmayı planlıyor. Rehabilitasyon merkezi derken kişi sadece fiziksel rehabilitasyon değil, aynı zamanda mental olarak da rehabilite olabilecek. İstiyorsa sporunu yapabilecek, ormanda yürüyüş yapabilecek. Örneğin, baypas olmuş biri kardiyovasküler cerrahiden sonra gerekli olan 15 günlük rehabilite süresini merkezimizde güvenle geçirebilecek. Belirli bir yaşa gelmiş, sağlığı yerinde biri Türkiye’de çok daha keyifli, çok daha ucuz bir hayat yaşayabilir. Benim rehabilitasyon anlayışım böyle. Kişi sağlık merkezimizde her anlamda, her alanda rehabilite olabilecek. Türkiye’de olmayan bir şeyi kuruyoruz. Benim hep şöyle bir hayat felsefem oldu; Türkiye’de ne yok, hep ona yöneldim. Orada nasıl bir projeksiyon, bizim ülkemiz için sağlıklı ve gelecekteki hastalar için en iyi formata evirilecek, onu göreceğiz. Ama ilk çıkış noktamız bir rehabilitasyon kliniği açmak. Rehabilitasyondan kastım; belli bir yaşa gelmiş insanların gerek fiziksel gerek ruhsal kondüsyonları için Bodrum gibi ulaşımı kolay, iklimi uzun ve ılıman olan bu yerde onlara bu hizmetin en iyi şekilde verilebilmesini sağlamak. Bugün için Bodrum’da açılacak merkezimizin planlanan şekli bu ama yarın dünyanın gelişiminde farklı bir yere evrilebilir mi, evet evrilebilir.
Başarınızın sırrını nasıl yorumluyorsunuz?
Bizim üç kişilik bir yönetim kurulumuz var. Ben Yönetim Kurulu Başkanıyım. Eşim Seycan Tanfer ile 25 yıldır beraberiz. 25 sene içerisinde kendisi benim alışkanlıklarımı edindi ve benim en güvendiğim sayılı kişilerden birisidir. Hastanenin yönetiminde de şu an Seycan Hanım var. Mali işlerin başında da Songül Demirci var. Kendisi de 20 senedir bizimle beraber. Bütün grubun mali işlerini yönetiyor. Onun dışında da çeşitli birimlerimizin idari yöneticileri var. Diş Kliniğimizde de Doktor Cemile Erdemir ile 18 yıldır birlikte çalışıyoruz. Kendisi Diş Kliniğinin de ortağı ve yöneticisi. Bizim gurup olarak özelliğimiz, birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın uzun yıllardır bizlerle beraber olmalarıdır. Bu da bizim başarımızdaki en büyük etkendir. Zaten ekibimize güvenerek hastane işine girdik ve mahcup olmadık. Şimdi yine ekibimizden aldığımız cesaret ile hastaneyi kurma ve büyütme heyecanı ve sevdası içerisindeyiz. Hedefler biterse hayat bitiyor. Şuna inanıyorum ki Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ilelebet payidar kalacak. Payidar kalacaksa bizden sonraki nesillere de biz o Cumhuriyeti yaşatacak alt yapı hazırlıklarını yapıp bırakmak durumundayız.
“Rekabete yönelik bir çalışma içerisinde değiliz. Her zaman kendi çizgimizi koruduk. En iyi malzemeyi kullanmaya ve en iyi hizmeti vermeye ağırlık verdik. O yüzden fiyat politikamız da hiçbir zaman rekabetçi bir politika olmadı”
Levent’teki estetik kliniğinizde sunduğunuz hizmetlerden bahsedebilir misiniz?
Levent’teki kliniğimiz tamamen estetiğe yöneliktir. Diş bölümümüzde estetik, hacamat ve ozon tedavisi gibi çeşitli uygulamaları sunmaktayız. Levent’teki kliniğimiz şu an yedinci senesini tamamladı.
Nişantaşı’ndaki kliniğiniz de büyüyerek devam ediyor, son durumdan biraz bahseder misiniz?
Nişantaşı’ndaki Diş Polikliniğimiz 1980’den beri faaliyette. 1981’de üniversiteden istifa etmemle beraber Nişantaşı Kliniğimiz devreye girdi. Önce iki katlıydı, ancak üst katın alınmasıyla üç katlı bir klinik haline geldik. Üç kata çıktıktan sonra beş ünit ve beş hekimle hizmet vermeye başladık. Ortalama 30 kişilik bir kadromuz bulunmakta. Türkiye’nin dört bir yanından gelen hastalarımızın yanı sıra sağlık turizmine yönelik çalışmalar da yürütüyoruz. Kuzey Irak, Körfez Ülkeleri ve İran’dan gelen hastalarımız da var. Ayrıca turizmin canlanması için otelcilik sektörüyle iş birliği yaparak sağlık turizmine katkı sağlıyoruz.
Tanfer Sağlık Grubunun benimsediği çalışma prensipleri nelerdir?
Tanfer Sağlık Grubu olarak belirlediğimiz bir çizgimiz var ve bu çizgiden asla taviz vermiyoruz. Rekabete dayalı bir çalışma içinde değiliz. Her zaman kendi çizgimizi korumayı tercih ettik. En iyi malzemeyi kullanmaya ve en iyi hizmeti vermeye odaklandık. Bu nedenle fiyat politikamız rekabetçi bir politika değil. Çünkü sağlığın ucuz ve kalitesiz malzemelerle yapılmaması gerektiğine inanıyorum. İnsanlar sağlık hizmetlerinde kaliteli ve uzun ömürlü çözümleri tercih etmelidir. Sağlıkta kaliteyi düşürdüğünüzde yanlış bir yola girmiş olursunuz. Eğer kaliteli hizmeti uygun fiyata sunabiliyorsanız, bunu mümkün olduğunca yapmalısınız.